Kişisel Tercihler Doğurganlığı Etkiliyor
Kişisel tercihler doğurganlığı etkiliyor
Artan eğitim ve kariyer isteği, ekonomik durum, kontraseptiflerin (ertesi gün hapı) rahat kullanılabilmesi çocuk doğurma yaşının ötelenmesinde en önemli faktörler…
Bayındır Hastanesi İçerenköy Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Prof. Dr. Meral Aban, çocuk sahibi olmayı ileri yaşlara ertelemenin erkekte semen kalitesinin bozulmasına, kadınlarda da gebe kalma başarısının düşmesine ve gebeliğin düşükle sonlanma oranlarının artmasına neden olduğuna dikkat çekerek nedenlerini şöyle açıklıyor:
“Çocuk doğurma yaşını geciktirmede birçok faktör rol oynar. Artan eğitim ve kariyer isteği, iş yerinde istenilen konuma yükselme hırsı, ekonomik durum, kontraseptiflerin (ertesi gün hapı) rahat kullanılabilmesi bunlardan birkaç tanesidir. Yükselen yaş infertilite için bir risk oluşturur. Kadın yaşının 35’in üzerine çıkması ile hem gebe kalmak zorlaşır hem de erken dönemde gebelik kayıpları artar. Kromozom anomalisi olan bebek doğurma riski de anne yaşı arttıkça artar. Örneğin, down sendromu (mongol bebek; 21 no’lu kromozomun anormal, yani 3 tane olması ile oluşan hastalık) riski anne yaşının artması ile artar. Down sendromundaki bu risk artışı erken dönemde düşük artışına da sebep olur. Ayrıca kadın yaşının artması ile overler (yumurtalıklar) de yaşlanır, bu da fertilite (doğurganlık) potansiyelini azaltır.
Kadına bağlı infertilitenin sebebi sosyal ve ruhsal sorunlar olabileceği gibi jinekolojik hastalıklar da olabilir. Sıklıkla görülen jinekolojik sebepler; yumurtlama bozuklukları, fallop tüpünün kapalı olması (döllenme için açık olması gerekir), endometriozis, bozulmuş yumurta kalitesi, kromozom anormallikleri, rahim ve rahim ağzının konjenital (doğuştan) oluşmuş anormallikleridir.
Sıklıkla düşüğe sebep olan, kadına ait hastalıklar ise kromozomal anormallikler, kontrol edilememiş diabet hastalığı, sistemik lupus eritematosus, hipertansiyon, tiroid hastalıkları, rahim ağzı yetmezlikleri, immün (bağışıklık) sistem bozuklukları ve enfeksiyonlardır.
Strese bağlı infertilite olabileceği gibi yapılan çalışmalarda infertilite tedavisinin de çiftlerde stresi artırarak bir kısır döngü yarattığı tespit edildi. Ayrıca hayat tarzına bağlı olarak da infertilite için risk artar. Örneğin cinsel geçişli hastalıklara maruz kalma, özellikle sık partner değiştirme bu tür enfeksiyonlar için risk oluşturur. Ayrıca doğurmayı geciktirme, aşırı obezite, kafein içeren içecekleri aşırı tüketme ve sigara içme fertilite potansiyelini olumsuz etkiler.
Sosyal hayat değişiklikleri ve üreme kapasitesi arasındaki etkileşimler
Geleneksel rejimlerde fertilite düzeyleri genelde evlilik yaşı, emzirme süresi ve mortalite düzeyi ile belirlenir. Avrupa ülkelerinde 18. yüzyılda evlilik başına çocuk sayısı ortalama 5-6 iken 20. yüzyılda evlilik yaşının 25 üzerine çıkması ile birlikte çocuk sayısı da 1-2’ ye düştü. Dünyada kadın mortalite yaşı 50 yaşın üzerine çıktı, emzirme süreleri son derece kısaldı.
Birçok ülkede evlilik olmadan cinsel yaşam başlar. Bu nedenle sosyal yaşam geçmişten günümüze değişiklikler gösterir. Sosyal yaşamdaki değişikliklere bağlı olarak çocuk doğurma yaşının ileri yaşlara ertelenmesinin yanında diğer bir sorun da erken yaşta cinsel ilişkiye başlayan genç kızların gebelikten korunma konusunda yeterince aydınlatılmadıkları için çocuk yaşta anne olma problemi ortaya çıkar.
Ayrıca çiftler aile planlaması kullanmazlar ve ortalama evlilik başına 5-6 çocuk devam ederse dünya nüfusu her 15 yılda bir 2 kat artacaktır. Tüm bu bilgilerin ışığı doğrultusunda, evli çiftlerin sağlık ve sosyokültürel düzeyleri uygun olduğu durumda bakabilecekleri kadar çocuk yapmaları ile gelecek neslin yaşam standardının yükselerek devam etmesi sağlanacaktır.
Evli olsun olmasın cinsel ilişki yaşayan kişilerin gebelikten korunma ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgilenmeleri istenmeyen gebelikleri önleyeceği için hem anne morbidite (hastalık) ve mortalitesini (ölüm) azaltacak hem de sağlıklı bir neslin devam etmesini sağlamada etkili olacaktır.”